Bir gün barışçıl bir dönemde kuzey topraklarında kendi halinde yaşayan barışçıl bir kontluğa barbar dağ kabilesi savaş açmış. Bu kontluk pek çok defa Okyanus Krallığına bunu söylese de yardımlar ulaştırılamamış ve mecburen o kanlı vahşete, ölüme esir düşmüştü bu kontluk. Kontluk adını tarih boyunca çektiği çileler ve zorluktan o toprakların dediğine göre “Prijetar” kelimesinden almış adı da Prijeranya idi. Prijeranya barbar kabilesinden vahşet görmekle kalmamış kendi halkı köle pazarlarında ve meydanlarda satılmaya başlanmıştı. İşte o zamanlarda babası bir nalbant olan parlak bir çocuk yaşardı adı da Viccessa İro’ydu. Viccessa, daha çocuk yaşında esir kampına düşmüş ve burada köle muamelesi görerek yaşamını sürdürüyordu. Maden işçiliği, kereste kampı, liman işçiliğinden tutun tüm işlere yollanıp hiç aralıksız saatler ve günler boyunca çalıştırılıyordu. Her geçen yıl Okyanus Krallığı, barbar kabilesini yaptıklarından dolayı eleştirse de yaptıkları sadece eleştirmekle kalıyordu. Viccessa günün birinde babasıyla kasabanın sokaklarından geçerken bir kabile üyesinin saldırısına mağruz kalmıştı babası da onu korumak adına oracıkta can vermişti. Babasının son söylediği “Hiçbir zaman hayallerinden vazgeçme her zaman mutluluğunu haykır çünkü biz yapamadık” İro o gün orada tek şey babasının sözünün önemi olduğunu anlayıp. Yoluna devam etti uzun bir zaman sonra İro büyüdü, gelişti ve geçmişindeki birçok şeyden ders çıkardı. İro, esir kampında geçirdiği zamanlarda Dobudzo isimli oyunu oynamayı öğrendi bu 32 tane taşla oynanan bir masa oyunuydu ve bu oyunda usta olmak gerçekten beceri isteyen bir şeydi. İro, zamanla esir kampında tanıştığı dünyanın birçok yerinden gelen esirle bu oyunu oynayarak farklı bakış açısı, okumayı, farklı dilleri, birçok başka bilgiyi ve hayat tecrübeleri kazandı. Esir kampının lideri “Büyük Bela” Ivus onların bu oyunu oynamasına izin verse de pek ilgilenmiyordu. Taa ki günün birinde bu kampın başında “Sinsi” Faus geçene kadar Faus kabilede birçok kişiyle Dobudzo oynamış ve yenmiş birisiydi kendisini her yerde ispatlamaya çalışmış en büyük kabiledeki rakiplerini bile Dobudzo’da yenip kendi egosunu tatmin ediyordu. Günün birinde esir kampında gezinirken marangoz işçilerinin yanında 2 köylünün bu oyunu oynadığını gördü ve birisini oradan kovup oyunu ele aldı. Eli kötüydü ancak ufak manevra ve taktik beceresiyle rakibini yendi oradan o esnada geçmekte olan İro bunu görüp Faus’un karşısına çıktı ve ona bu hamlelerin daha kolay yapılabileceğini oyunu uzattığını söyledi. Faus ilk defa kendisine bu oyun hakkında karşı çıkan birisini görünce dayanamadı ve onun kellesi karşılığında ona bir düello teklif etti. İro kaybedecek hiçbir şeyi olmadığından kendinden emin bir şekilde kabul etti. İkisi akşamüstü çan sesinden sonra masalarının başında Dobudzo oyununda kapışmaya başladı. İlk mancınık taşlarını oynadı sonrasında kaleleri ve sonrasında kahramanları sahaya sürdü Faus başta onu kıskaca aldığını düşünse de çok kötü bir şekilde ona yenik düştü. Faus, ona baktı ve büyük bir sinirle taşları kenara fırlattı. Onu bunu bu kampa anlatmaması için serbeest bırakacağını söyledi diğer esirlerin bunu öğrendikten sonra onun otoritesine karşı gelebileceğini düşündü ve Vicessa İro o gün serbest kaldı. Her ne olursa olsun o kadar yılın ardından sadece bir Dobudzo ile kurtulmasına şaşıran İro hiç vakit kesmeden kontluğu bir bir dolaştı ardından oradan buradan topladığı parasıyla kontluğu terketti sonrasında Okyanusya Krallığına geçti ve orada biraz vakit geçirdi. Vakit geçirdiği sırada oturduğu taverna da sandalyelerin önünde 4 adamın birbiriyle tartıştığını diğerlerinin ise zevkle seyrettiğini fark etti başta ne olduğunu fark edemese de etrafına sorarak öğrendi. Bütün bu dönen kavga tartışma bir oyundan ibaretmiş o da onlara katılarak bu oyunu izledi sonrasında alkışladı. İlgisini çeken bu şeyi araştırmak adına Okyanusya’nın antik kütüphanesini ziyaret etti cebinde kalanlarla oraya girdi ve tiyatro hakkında okumalar yaptı. Yaptığı okumalar sırasında tiyatronun büyük kitleleri etkileyebileceğini ve bu etkinin de birçok şeye sebebiyet verebileceğinden bahsediyordu. Aklına bir oyun kurup bununla esirlerle beraber isyan planı yapmak geçti başta komik gözüken bu durum aslında mantıklıydı çünkü o seyircilerin nasıl da kapıldığı aklına geliyordu. Kendini topladı ve 2 hafta kütüphanede sabahladıktan sonra neredeyse ulaşabildiği her eseri okudu günün sonunda belli bir miktar biriktirip kabileye bir oyun oynama planını kurdu. Vaktini geçirdiği kütüphanenin bahçesinde tavernada gördüğü oyuncuları fark etti onların yanına gitti ve tanıştı. Ardından onlara elinde bir senaryo olduğundan bahsetti. Onlar bu senaryoyu sevdi ancak nerede oynanacaktı? Sorusuna barbar kabilesi denilince başta hepsi katı bir şekilde olmaz dedi. Çünkü hiçbiri canını boş yere orada harcayamazdı barbarların ne yapacağı belli olmazdı. İro ise onlara biraz barbarları anlattı ve aslında başlarındaki insanın çok da öyle vahşet seven biri olmadığını hatta böylesi bir etkinliğin orada yapılması durumunda çok fazla ganimet elde edeceklerinden bahsetti. Oyuncular yine de kuşkuyla bunu kabul etmediler. İro ise güvenlikleri açısından sorun olmayacağını yanlarında paralı askerlerle gideceğini söyledi. Öyle ya da böyle İro onları ikna etti sonrasında borçları, askerler ve oyuncularla beraber Barbar Krallığına geldi. Barbar kralının huzuruna çıktı başta bir eski köle olduğundan aşağılanan İro,yazdığı oyundan bahsedince kralın fikri değişti.Oyun bir barbarın doğumu ve sonrasında onun nasıl bir kahraman olduğu hakkındaydı Kral oyunu okuduğunda etkilenmiş ardından da seve seve kabul etmişti. İro, sonrasında onlara teşekkür etmiş kendilerinin kendisine çok şey kattığını belirterek teşekkürlerini belirtmişti. Kral artık iyice İro’ya sıcakkanlı bakıyor onunla arkadaş olmak istediğini belirtmişti. İro bunu seve seve kabul etti. Gün gün sayılıyor ve oyun için herkes toplanıyor oyun da tam olarak esir kampında oynanacaktı bu planlanan bir asimile işiydi. Sahnede barbarlar iyi gösterilecek esirlerin isyancı görüşleri yıkılacaktı. Sahne başladı ve İro yavaş yavaş hiç barbar olmayan farklı bir hikayeyle ve kurguyla sahneyi gösterdi. Başından beridir İro aslında 2 oyunla gelmişti 1.si krala anlattığı ikincisi ise hiçbir zaman unutamadığı o acılı günler ve gençliğinin heba oluşuydu. Sahnede yavaş yavaş tüm esirlere geçmişi hatırlatılıp ve barbar kabilesinin vahşeti anlatıldıkça kampdaki coşku ve sinir daha da büyümüştü. İzleyici sıralarında Faus bunun bir karalama olduğunu düşünüp engellemeye kalkışsa da artık çok geçti. İro, son tiradını okumak adına sahneye çıkmış ve söylemişti. “Ben İro! Bildiğiniz nalbantçının oğlu! Bir çoğunuz beni Dobudzo ile tanıdı ancak beni şimdi tiyatroyla görüyor! Dobudzo buradan çıkmamın anahtarı oldu belki de ancak tiyatro da mutluluğumun haykırması olacak! Ben hiçbir zaman diğer çocuklar gibi yaşayamadım! Hiçbir zaman babamı sevemedim! Hiçbir zaman bir ailem olmadı! Belki de ailem başından beridir sizdiniz! Bana çok şey kattınız bende işte size burada bizden çalınanları geri veriyorum! Çok yaşa Prije Halkı!” demesinin ardından tüm esirler sanki deliye dönmüşcesine etrafta ne kadar barbar varsa hepsine saldırmaya başladılar o sırada İro, yanında getirdiği kılıç kalkanla kendini savunmaya başladı oyuncular arka tarafta güvenli bir yerde duruyor İro ise halkı için savaş meydanındaydı. Uzun bir mücadelenin ardından Faus ve adamları ölmüş, bütün esirler ve kasabalar bu isyanın ateşine kapılıp barbar kralı devirdi ve ardından Prijeranya’ya barış tekrardan geldi. İro, hayalini kurduğu o kurtuluşa ermiş ve görevini tamamlamıştı. Uzun yıllar sonra İro’nun bu cürretkar ve adeta koskoca yıllarca hüküm sürmüş olan barbarlara yaptığı alaycı oyun zamanla “İroni Oyunu” olarak nesiller boyunca anlatılıp anıldı.