Elimle toprağı sıktım, soğuk ve nemliydi. Her gün gelir başında beklerdim. 9 gün geçmişti tam. Her gelişimde daha da soğuyordu taş sanki. Koyu harflerle yazılı ismi, tekrar okudum. Aklımdan aynı şeyler geçiyordu. Dilime döküldü onlar da.
“Sana çok kırgınım” diye fısıldadım.
Keşkeler, belkiler, amalar... Hepsi boğazıma yapışmış, rüyalarımda bile peşimi bırakmıyorlardı. Hiç kemiği kırılmamış biri gibi, deliliği merak ediyordum eskiden. Şimdi ulaşmıştım. En azından bir kazancım vardı artık.
Sesimin net çıkmasına özen göstererek sesli bir dilek diledim. Bir keşke daha döküldü dilimden.
“Keşke son defa konuşabilseydik.”
Tam o anda tüm kayıpların arasındaki kazancım yükseldi.
“Deliriyorum sonunda” dedim.
Kendimi iki sandalyeden başka hiçbir şey olmayan mavi duvarlı bir odada bulmuştum. Karşımda da “o” vardı.
“Sor” dedi.
Sesi hep olduğu gibi sakin ve naifti. Sanki hiç dünyayı elleriyle itmemiş, zehrini tanrının sevdiği insanlara akıtmamış gibi.
Bir süre sadece yüzüne bakmakla yetindim.
Unutmamak için.
İnsanoğlu çünkü eninde sonunda unutuyordu. Resimler, fotoğraflar, anılar… Hiçbiri fayda etmiyordu karşında kalbi hala atarken gördüğün gibi. Yine de kendimi kandırdım aklım ile.
“Ben unutmam ki.”
Söylediğimi o da duymuş olacak ki, sadece gülümsemekle yetindi.
Oda sanki gitgide soğuyordu. Zamanın akıp gittiğini anca böyle anlayabilmiştim.
9 gündür düşündüğüm her soru uçup gitmiş ve bana geriye kalan yine bir hiç olmuştu.
O an anladım. Son diye nitelendirip, dilediğimiz anlar kalbimizin isteğiydi. Çünkü bitmiş ve bitecek olan her şeyi zihnimiz önceden belirler, kendini hazırlardı.
Fakat yoğun bir öfke hissettim yine de kendime. Yavaş hareketlerle ona son bir defa baktıktan sonra oturduğum sandalyeden kalkmak için yeltendim. Yere baktığımda küçük bir cam parçası gördüm. Elime alıp incelerken kendimi değil, onu görmüştüm yansımada. O son an, kalbime sapladım camı.
“Sana çok kırgınım” diye fısıldadım.
Keşkeler, belkiler, amalar... Hepsi boğazıma yapışmış, rüyalarımda bile peşimi bırakmıyorlardı. Hiç kemiği kırılmamış biri gibi, deliliği merak ediyordum eskiden. Şimdi ulaşmıştım. En azından bir kazancım vardı artık.
Sesimin net çıkmasına özen göstererek sesli bir dilek diledim. Bir keşke daha döküldü dilimden.
“Keşke son defa konuşabilseydik.”
Tam o anda tüm kayıpların arasındaki kazancım yükseldi.
“Deliriyorum sonunda” dedim.
Kendimi iki sandalyeden başka hiçbir şey olmayan mavi duvarlı bir odada bulmuştum. Karşımda da “o” vardı.
“Sor” dedi.
Sesi hep olduğu gibi sakin ve naifti. Sanki hiç dünyayı elleriyle itmemiş, zehrini tanrının sevdiği insanlara akıtmamış gibi.
Bir süre sadece yüzüne bakmakla yetindim.
Unutmamak için.
İnsanoğlu çünkü eninde sonunda unutuyordu. Resimler, fotoğraflar, anılar… Hiçbiri fayda etmiyordu karşında kalbi hala atarken gördüğün gibi. Yine de kendimi kandırdım aklım ile.
“Ben unutmam ki.”
Söylediğimi o da duymuş olacak ki, sadece gülümsemekle yetindi.
Oda sanki gitgide soğuyordu. Zamanın akıp gittiğini anca böyle anlayabilmiştim.
9 gündür düşündüğüm her soru uçup gitmiş ve bana geriye kalan yine bir hiç olmuştu.
O an anladım. Son diye nitelendirip, dilediğimiz anlar kalbimizin isteğiydi. Çünkü bitmiş ve bitecek olan her şeyi zihnimiz önceden belirler, kendini hazırlardı.
Fakat yoğun bir öfke hissettim yine de kendime. Yavaş hareketlerle ona son bir defa baktıktan sonra oturduğum sandalyeden kalkmak için yeltendim. Yere baktığımda küçük bir cam parçası gördüm. Elime alıp incelerken kendimi değil, onu görmüştüm yansımada. O son an, kalbime sapladım camı.