Takıntımın dikkatle incelenmesinde her şeyi kaybettik, ve senin kararmış göz altlarında
gerçeği buldum. Şimdi uzun zaman önce unutulmuş anılarımızda yaşıyor her şey: canavarlar, baltalar, kodlar ve kan. Betonun üzerinde olacak şimdi; kalbimize sıkıca sardığımız,
parlak bir öfkenin içinde. Önümüzde yere düşen adamın gözlerinde parlayacak. İkimizin
arasında, neredeyse çatırdayan, karşılıksız bir gerilim olarak kalacak. Morarmış, neredeyse
gerçek dışı bir renkte olan gökyüzü tarafından sarılıp sarmalanacak. İnsanlar bizi ancak
kanıtlanmamış teorilerde hatırlayacak. Hikâyemiz öfke dolu bir anlatıda, yukarıdaki ve
aşağıdaki tanrılar tarafından lanetlenmiş bir kaderde saklı kalacak. Zaferden zafere koşma
hırsıyla çırpınacak. Şimdi çözümümüz, cam duvarlı bir dolabın içinde paramparça oluyor
ve ortak, affedilmemiş günahlarımızda boğuluyoruz.
Şimdi sana sormak istiyorum: Bizi boğan, terimizle ve kanımızla yarattığımız o canavar
mıydı, yoksa Tanrı insanı yaratırken şeytan onun hemen yanı başında mıydı? O muydu,
“Bırakın, bırakın, makineyi yapabilecek bir makine yaratsınlar, böylece kötülük bin yıl
kendi kendine hükmetsin,” diyen? Şimdi ki bu dünyaya getirdik, üzerimize saldık; o aşağılık makineleri, canavarları... Kötülük köşelerde, çevremizde, içimizde pusuda bekleyecek.
Kan peşindeki kurtlar gibi dönecek etrafımızda. Ve o makine, sen ve benden bile uzun
yaşayacak. Ona bakacak kimseye ihtiyacı olmayacak.