Ne düşünüyorum? Gerçekten düşünüyor muyum, yoksa sadece düşünüyor gibi mi yapıyorum? Çoğu zaman ikisi birden. Düşünüyorum, düşünüyor gibi yapıyorum ve bunu fark
ettiğimde, aslında düşünüyor gibi yaptığımı düşündüğümü de düşünüyor oluyorum. Evet,
karmaşık ve belki de anlamsız. Anlam aramalı mıyım?
Peki, zihnimin arka sokaklarından ta kalemimin ucuna bu kelimeleri kim gönderiyor?
Hangi eski gecekondunun sahibi sesleniyor bana? Hangi ünlü yazar, giriş paragrafımı
beğenmeyip acımasızca eleştiriyor? Hangi şair devrik cümlelerime burun kıvırıyor ya da
hangi göbekli amca, boş işlerle uğraştığımı düşünüyor? Hangi Bahar’ın sesini duyuyorum?
Onları tanımak isterdim, ama kimse bilmiyor kim olduklarını. Ben de bilmiyorum. Bugün
sadece ilkel, tek, yalnız bir Bahar gibi hissediyorum,
anlamaya çalışan
işlerin nasıl yürüdüğünü.
Belki de bu hissin kaynağı, cevaplarını aradığım soruların henüz düşünürken aklımdan
uçup gitmesi, ve bu kayboluşun, neyin peşinde olduğumu unutturup beni sonsuz bir yanıt
bulutunun içinde yönsüz bırakmasıdır. Belki bakış açım, insan aklının sınırlarını zorlayacak kadar geniştir. Ya da belki sorun yalnızca benim aklımdadır; düşündüğümün aksine,
sınırlayıcı bir zihne sahibimdir. İşte bu ihtimal beni üzer. Böyle bir durumda topu gerçeğe
atar, bu üzücü düşünceden kurtarırım kendimi.
Ve sonra,
“Belki de bir cevap yoktur, hiç var olmamıştır.” diye düşünüp yeni bir sorgulama girdabına
düşerim.Ne kadar hiç?
Hiç hiç. Çok hiç.
Nasıl hiç?
Sadece hiç.
Neden hiç?
İşte buna hiçbir cevabım yok.
Bu hiçlik probleminin aksine, genellikle “neden” ile başlayan sorulara onlarca yanıt üretebilirim:
“Neden yazıyorum? Neden okuyorsunuz? Neden ben ya da neden sizsiniz?”
Tabii, bu cevapların ne kadar doğru ya da ne kadar yanlış olduğunu bilemem. Sadece üretirim, sorgularım ve başka bir konuya atlayıp sorgulamaya devam ederim. İşte bunu neden
yaptığımı biliyorum: Çünkü seviyorum.
Peki, neden sevdiğimi biliyor muyum?