İnsanların hayatından öylece sıyrılmayı nasıl başarıyorum? Nasıl böylesine zor bir şeyi
bu kadar basit ve ustalıkla yapabiliyorum? İnanın ben de bilmiyorum bunun cevabını.
Sabah dişlerimi fırçalamak üzereyken geldi bu sorular aklıma. Sanki diş fırçamı almak
için açtığım dolabımın kapağının ardına saklanmış görünmez varlıklar öylece zihnime
saldırıda bulunup sinsice bu soruları sıkıştırmışlardı.
Şimdi bunları kaleme alırken sanki arkamdan da birisi izliyormuşçasına yazıyorum. Her
an kafasını sağdan veya soldan uzatıp: “hacı şurası olmamış, bak olayın aslı şu” deyip düzeltecekmiş hissine kapılıyorum. Diş macununu sıkarken düşünüyorum: “acaba bu sefer
bir değişiklik yaparak tam ortasından mı sıksam?” Hayatımı bu tarz radikal değişikliklerle renklendiriyorum ama bunun bir karşılığı elbet olacak, yani olmalı sanırım. Hayatımda yaptığım değişikliklerin hep bir karşılığı oldu muhtemelen bunun da bir karşılığı
olur nereden bileyim? Su içmemi hatırlatıyor arkadaki eleman, teşekkür edip suyumdan
bir yudum alıyorum derken birden aklıma geliyor çıkıp işe gitmem gerektiği. İnsan işe
gitmesi gerektiğini nasıl unutabilir ki? Yani böylesine sıradanlaşmış bir olayı nasıl unutabilir insan? Her neyse, “yetişirsin abi daha var ne de olsa” deyip yazmaya devam etmemi
istiyor arkamdaki eleman. “E iyi madem” deyip saldırıyorum kâğıda.
Aklıma geliyor; sabah dişimi fırçalarken birden göz yaşı akmıştı gözlerimden ya da
sanırım gözümden; tam hatırlayamıyorum ama göz yaşım akmıştı o bilgi zihnimde
kesinlikle mevcut! Neden öylece aşağı doğru bir damla süzüldüğünü anlayamamıştım
ama gözümün kızarıklığı ilgimi çekmiş olacak ki biraz aynaya yaklaşıp gözlerime baktım
bir süre. Ne kadar da onun gözlerine benziyordu. Seven sevdiğine benzermiş derlerdi de
bilmiyorum acaba ondan mı? Ama göz rengi değişmez ki! Yine anlamlandıramadığım
bir konu daha işte! Bir yenisini daha eklemek için sabırsızlanırken birden yine göz yaşım
akıyor ama bu sefer aktığı o ufak deliği fark ediyorum. İyice yakınlaşıp bakıyorum. Onu
özledim. “İnsan” diyorum; “ne kadar da değişik yaratılmış ya da evrim mi?” İşte bakın!
Yine bilmediğim bir şey ve yine sadece “bilmiyorum” kelimesini kullanacağım bir konu.
Üzerimi değiştiriyorum, a doğru sanırım bu yüzden üzerimde iş kıyafetlerim var. Dişimi fırçaladıktan ve birkaç damla göz yaşımı öylece lavaboya emanet ettikten sonra üzerimi değiştirmiştim. Masama birkaç hastanın dosyasını almak için gelmiştim ama onun fotoğrafını görüp bir süre öylece kalakalmıştım. Fotoğrafını elime alıp bir süre okşarken bir şey fark ettim. Müzik yoktu! Beni asıl moda
sokacak ve beni daha da üzecek tek şey bir melodiydi. O an muhtemelen yanlışlıkla hareketli bir müzik açsaydım tüm melankolim dağılacak ve fotoğrafı kenara bırakıp şimdiye
işte olmuş olacaktım. Neyse ki böyle bir tuzağa düşmeyip en sevdiğim hüzünlü o müziği
açtım. Fotoğrafına bakarken derin derin içler çekip öylece anılarımızı düşledim.
Sonrasındaysa elime kalemi alıp ona şiir yazmak geçti içimden. “İyi de abi bir saattir
şöyleydi böyleydi diyorsun noldu yengeye ayrıldınız mı?” diye bir ses yükseldi, bu sefer
yanımdaydı. “Yok kardeşim ben ayrılmadım ama o ayrıldı, benden.” Deyip sessizliği sağladım. “Boş ver be abi sana kız mı…” lafını yarıda kestim: “kardeşim susar mısın iki kelam
yazı yazıcaz dar ettin bize burayı be” dedikten sonra arkamda derin bir sessizliği bizzat
sözlerimle oluşturmuş oldum.
Onu özlediğim kaçıncı gün bilmiyorum artık. Yani yokluğu çok canımı yakıyor, sanırım.
Hani şey olur ya böyle en sevdiğin yemek vardır ama bir kaşık aldıktan sonra ne kadar da
kötü yapılmış olduğunu anlarsın ama misafirlikte olduğun için de yemek zorundasındır
çünkü ne kadar sevdiğini daha yemeği yemeden önce anlatmış ve tonlarca kelimeyle “elinize sağlık” deyip dudaklarını gözlerine değdirmişsindir, hah tam onun gibi, yani sanırım.
Bilmiyorum diyorum ya, ondan sonra nasıl yazı yazacağımı da bilmiyorum. “Abi müsaadenle ben çıkıyorum, bizim hanım gelmiştir eve beni görmezse sıkıntı olur” diyor yanımdaki ses. “Kardeşim ne demek müsaade senin yengeye çok selamlar, çoluğun çocuğun
gözlerinden öperim” deyip uğurluyorum yüzüne bile bakmadığım, gerçi yüzünün olup
olmadığını bile bilmediğim bir varlığı. Onu seviyorum.
Sonra dönüp birkaç satır daha yazayım istiyorum. İçim içime sığmıyor çünkü. “Sevgimle
rahatsız ettiğim bir insanı hala sevmekle meşguldüm patron!” Sanırım patron biraz fazla
gelebilir doktor arkadaşlarım için ama olsun, neden geç geldiğimi bilsinler yeter. Beni
sevmeyen ve benim sevgimden rahatsız olan birisi için fazla mesai yaptığım için kendimi
ödüllendirmeli miyim acaba diye düşünüp kalemi olduğu gibi bırakıyorum. Birer damla
yaş akıyor gözlerimden. Bu sefer eminim iki gözümden de akıyor yaşlar. Burnumun içinde
sörf yapan mikroplar delicesine akmaya başlıyorlar kendilerini yer çekimine bırakarak.
Sadece acı yediğimde kendisini hatırlatan hıçkırık yetim devreye giriyor sonrasında ve
tabii ki asla hatırını unutamayacağım feryadımı dışa vuran sesler var. Sanırım içinde kelebeklerin dans ettiği karnımın nasıl da kasılarak kusma isteği uyandırdığını
tarif edemem muhtemelen ama telaşlanmayın bir gün mutlaka yaşayacaksınız ne
de olsa! Bir ses daha yükseliyor ama bu sefer tam önümden: “yeter”.