Sabu oldukça iyi bir gün geçirmişti, sabah
yataktan çıkmaya ve kahvesini içmeye biraz fazla
zaman ayırmıştı, keyfine düşkün bir adamdı- bu onun suçu değildi ya! İş yeri zaten bir
boktan
anlamaz hergelelerle doluydu, bir de bu
ofis dolu laftan anlamaz, ağızı açık yemek
yiyen, sanal
bahis bağımlısı ahmaklarla olmak için kendini mi acele ettirecekti? Hayır hayır, kahvesi daha
önemliydi. Onun bu yargı ve oyalanma dolu
sabahı yüzüne patlamıştı ama, otobüsü kaçırmış,
işe geç kalmış, üstüne bir de patrondan
azar yemişti. O saatlerde “lanet bir gün”
diye
düşünmüştü ama fikri iş çıkışında sandviç
almak için girdiği ofis pastanasindeki güzel kasiyer
onunla flört edince değişmişti tabii ki. Ah
evet, o kasiyer kız her seferinde dikkatini
çekiyordu.
Arkadaki mutfak penceresine eğildiğinde
kalçasının belirginleşen hatları, saçlarını
örme şekli…
Hepsi Sabu’nun ofisinden daha az nefret
etmesini sağlayan detaylardı. Ve bu sefer
kız ona
numarasını vermişti! Arkadaşları çok kıskanacaktı. Şişko Mahmutun kıskançtan
çatlayacağına
emindi ve bu düşünceden zevk alıyordu.
Mahalledeki barda ayaklarını pencere perHava kararmaya başlarken, güneşin son
damlası boğaza düştü ve buharlaşmaya
başladı.
Buhar görünmez ve akışkan bir tabaka
oluşturup şehrin üzerinde süzülmeye başladı. Çatıların
arasından geçti. Uçan martıları önce yuttu
sonra da onları oldukça afallamış bir halde
geri kustu.
Yuvarlandı, büyüdü, bala benzedi ve bir
pencereden içeri girdi. İçeride elinde birasıyla, uzattığı
ayaklarının desteğiyle sandalyesini ileri
geri sallayan adamı yuttu ve hiç kimsenin
ruhu bile
duymadan yok etti.
Sabu ne kadar olduğu belirsiz bir sonra
kendine geldi ve ilk düşüncesi “bir daha
asla
içmeyeceğim” oldu. Dün geceye dair hiçbir şey hatırlamıyordu, bara gitmişti fakat
ikinci
birasından sonra hiç bir anısı yoktu. Fazla
içmiş olsa gerekti. İşe gitmem lazım diye
düşündü ve
gözlerini açtı. Her yer siyahtı. Göz kapakalarını indirip bir daha kaldırdı ama hiçbir
şey
değişmedi. Göz kapaklarını endişeyle kırpıştırmaya devam etti. Ve aklına korkunç
bir düşünce
geldi: kör olmuştu, dün birisi onun içkisine
bir şey koymuştu ya da bar metil alkol kullanmıştı.
Bir
sonraki düşüncesi ise işe gitmesi gerekmediği oldu, hem de asla! Bara dava açıp
milyonlar
kazanacaktı! Parasını göremeyecekti tabii
ki ama önemsizdi bu. Bir daha göremeyeceği başka
şeyleri düşünürken ayağa kalktı. El yordamıyla telefonunu bulmak istiyordu. Yatağının yanındaki
duvar olması gereken yeri kafasında hesapladı ve tutunmaya çalıştı. Eli duvarın
içine gömüldü
ve duvar loş ışıklarla parladı. Duvar parladı
mı?! Gerçek olamazdı bu. Kesinlikle evinin
duvarı
olmayan bu şeyi ittirmeye devam etti. O ittirdikçe ne kadar büyük olduğundan emin
olamadığı
bir alan bombeleniyor ve her tarafta loş
ışıklar parlıyordu. Bu şey ne tarafa gitmek
istese izin
veriyor ama bir yandan da her elini uzattığında orada oluyordu. Sabu, kör olmakla
ne kadar
rahat olduğu gerçeğini tamamen unutmuş
bir şekilde, bir elini bu tabakada sürterek
yürümeye
devam etti. Artık ayaklarının altı da adımlarıyla aydınlanmaya başlamıştı. Sakince
parlayan
ışıkları izlemek hoşuna gitmişti. Renkler ve
ışıklar onun dokunuşuyla adeta dans ediyor, ona
daha önce hiç tatmadığı bir huzur hissettiriyordu. Sabu büyülenmiş bir şekilde etrafın ahenkle
aydınlanmasını izlerken ayağı sert bir şeye
takıldı, tökezledi ve yere kapandı.
Köktü bu, bir şeyin kökü ama etrafta hiçbir
şey yoktu. Köke tutundu ve düştüğü yerde
sırt üstü
uzanmaya başladı. Sabu istemsizce nefesine odaklanmaya başlamıştı, nefes alıp verişini
derinden hissediyordu. Buna odaklanabilmesi ve nefes alan şeyin o olmadığını anlaması bir
oldu. Yer! Yer canlıydı! Hissedebiliyordu.
Sabu uzunca bir süre yerle beraber nefes
almaya devam etti. Nefes aldı ve aşağıya,
yanlara,
her tarafa doğru genişlediğini, tutunduğunu hissetti. Nefes verdi ve yavaşça arayış
içinde
uzadığını, kıvrıldığını hissetti. Hayatın nerede olduğunu ve nerede olacağını hissetti. Görünmez
mesajlar aldı ve görünmez cevaplar verdi.
Nefes aldı ve bağlandığını sonra da ayrıldığını hissetti. Nefes verdi ve bütün yolları
hatırladı.
Kilolarca ağırlaştı ve zarifçe görünmezleşti. Özüne geri döndü.
Nefes aldı ve dingin bir amaç hissetti. Nefes verdi ve saklandığı yerden kendini gösterdiği anı
hissetti. Kırılganlığına aldırmadan daha
fazlası olmaya hazır olduğunu hissetti.
Sabah 10.25’de ise Şişko Mahmut, balkonunda kahvaltı yaparken gazeteyi açtı ve
önce başlığa
sonra da altındaki fotoğrafa - daha doğrusu fotoğraftaki tanıdık yüze - bakıp kahkahalarla
gülmeye başladı. “Erenköy Sahiline Vuran
Deli Adam Doğanın Canlı Olduğunu İddia
Ediyor”
yataktan çıkmaya ve kahvesini içmeye biraz fazla
zaman ayırmıştı, keyfine düşkün bir adamdı- bu onun suçu değildi ya! İş yeri zaten bir
boktan
anlamaz hergelelerle doluydu, bir de bu
ofis dolu laftan anlamaz, ağızı açık yemek
yiyen, sanal
bahis bağımlısı ahmaklarla olmak için kendini mi acele ettirecekti? Hayır hayır, kahvesi daha
önemliydi. Onun bu yargı ve oyalanma dolu
sabahı yüzüne patlamıştı ama, otobüsü kaçırmış,
işe geç kalmış, üstüne bir de patrondan
azar yemişti. O saatlerde “lanet bir gün”
diye
düşünmüştü ama fikri iş çıkışında sandviç
almak için girdiği ofis pastanasindeki güzel kasiyer
onunla flört edince değişmişti tabii ki. Ah
evet, o kasiyer kız her seferinde dikkatini
çekiyordu.
Arkadaki mutfak penceresine eğildiğinde
kalçasının belirginleşen hatları, saçlarını
örme şekli…
Hepsi Sabu’nun ofisinden daha az nefret
etmesini sağlayan detaylardı. Ve bu sefer
kız ona
numarasını vermişti! Arkadaşları çok kıskanacaktı. Şişko Mahmutun kıskançtan
çatlayacağına
emindi ve bu düşünceden zevk alıyordu.
Mahalledeki barda ayaklarını pencere perHava kararmaya başlarken, güneşin son
damlası boğaza düştü ve buharlaşmaya
başladı.
Buhar görünmez ve akışkan bir tabaka
oluşturup şehrin üzerinde süzülmeye başladı. Çatıların
arasından geçti. Uçan martıları önce yuttu
sonra da onları oldukça afallamış bir halde
geri kustu.
Yuvarlandı, büyüdü, bala benzedi ve bir
pencereden içeri girdi. İçeride elinde birasıyla, uzattığı
ayaklarının desteğiyle sandalyesini ileri
geri sallayan adamı yuttu ve hiç kimsenin
ruhu bile
duymadan yok etti.
Sabu ne kadar olduğu belirsiz bir sonra
kendine geldi ve ilk düşüncesi “bir daha
asla
içmeyeceğim” oldu. Dün geceye dair hiçbir şey hatırlamıyordu, bara gitmişti fakat
ikinci
birasından sonra hiç bir anısı yoktu. Fazla
içmiş olsa gerekti. İşe gitmem lazım diye
düşündü ve
gözlerini açtı. Her yer siyahtı. Göz kapakalarını indirip bir daha kaldırdı ama hiçbir
şey
değişmedi. Göz kapaklarını endişeyle kırpıştırmaya devam etti. Ve aklına korkunç
bir düşünce
geldi: kör olmuştu, dün birisi onun içkisine
bir şey koymuştu ya da bar metil alkol kullanmıştı.
Bir
sonraki düşüncesi ise işe gitmesi gerekmediği oldu, hem de asla! Bara dava açıp
milyonlar
kazanacaktı! Parasını göremeyecekti tabii
ki ama önemsizdi bu. Bir daha göremeyeceği başka
şeyleri düşünürken ayağa kalktı. El yordamıyla telefonunu bulmak istiyordu. Yatağının yanındaki
duvar olması gereken yeri kafasında hesapladı ve tutunmaya çalıştı. Eli duvarın
içine gömüldü
ve duvar loş ışıklarla parladı. Duvar parladı
mı?! Gerçek olamazdı bu. Kesinlikle evinin
duvarı
olmayan bu şeyi ittirmeye devam etti. O ittirdikçe ne kadar büyük olduğundan emin
olamadığı
bir alan bombeleniyor ve her tarafta loş
ışıklar parlıyordu. Bu şey ne tarafa gitmek
istese izin
veriyor ama bir yandan da her elini uzattığında orada oluyordu. Sabu, kör olmakla
ne kadar
rahat olduğu gerçeğini tamamen unutmuş
bir şekilde, bir elini bu tabakada sürterek
yürümeye
devam etti. Artık ayaklarının altı da adımlarıyla aydınlanmaya başlamıştı. Sakince
parlayan
ışıkları izlemek hoşuna gitmişti. Renkler ve
ışıklar onun dokunuşuyla adeta dans ediyor, ona
daha önce hiç tatmadığı bir huzur hissettiriyordu. Sabu büyülenmiş bir şekilde etrafın ahenkle
aydınlanmasını izlerken ayağı sert bir şeye
takıldı, tökezledi ve yere kapandı.
Köktü bu, bir şeyin kökü ama etrafta hiçbir
şey yoktu. Köke tutundu ve düştüğü yerde
sırt üstü
uzanmaya başladı. Sabu istemsizce nefesine odaklanmaya başlamıştı, nefes alıp verişini
derinden hissediyordu. Buna odaklanabilmesi ve nefes alan şeyin o olmadığını anlaması bir
oldu. Yer! Yer canlıydı! Hissedebiliyordu.
Sabu uzunca bir süre yerle beraber nefes
almaya devam etti. Nefes aldı ve aşağıya,
yanlara,
her tarafa doğru genişlediğini, tutunduğunu hissetti. Nefes verdi ve yavaşça arayış
içinde
uzadığını, kıvrıldığını hissetti. Hayatın nerede olduğunu ve nerede olacağını hissetti. Görünmez
mesajlar aldı ve görünmez cevaplar verdi.
Nefes aldı ve bağlandığını sonra da ayrıldığını hissetti. Nefes verdi ve bütün yolları
hatırladı.
Kilolarca ağırlaştı ve zarifçe görünmezleşti. Özüne geri döndü.
Nefes aldı ve dingin bir amaç hissetti. Nefes verdi ve saklandığı yerden kendini gösterdiği anı
hissetti. Kırılganlığına aldırmadan daha
fazlası olmaya hazır olduğunu hissetti.
Sabah 10.25’de ise Şişko Mahmut, balkonunda kahvaltı yaparken gazeteyi açtı ve
önce başlığa
sonra da altındaki fotoğrafa - daha doğrusu fotoğraftaki tanıdık yüze - bakıp kahkahalarla
gülmeye başladı. “Erenköy Sahiline Vuran
Deli Adam Doğanın Canlı Olduğunu İddia
Ediyor”