Anıların dehlizinde geziyordu kadın ve her
seferinde farklı bir kapı aralanıyordu.
Bu kez kapılardan birisi daha ağzına kadar
açılmıştı. Tekrardan gözlemlenmek istiyordu bu anı,
tekrardan yaşanmak istiyordu. Ama tekrar
komik bir kelimeydi. Hafıza denen şeye güven olmazdı
zaten. Hafıza bir tuzaktı. Hafıza, elinde kılıç
tutan bir askerle aynıydı. Eğer sizin tarafınızdaysa, size
zarar vermezdi fakat eğer hafızanız size
savaş açtıysa, o zaman o kılıç size saplanırdı.
Kadın, açık kapılardan birisinden içeriye
daha girdi. Anılarından birisine daha daldığı
zaman yüzünde
bir gülümseme oluşmuştu. Arkadaşlarıyla
piknik yapıyordu. Tarih yoktu, zaten önemli
de değildi.
Hava güneşliydi ve üstünde, annesinin diktiği beyaz bir elbise vardı. Ortam o kadar
neşeliydi ki,
masallardaki atmosferler buranın yanında
bir hiç kalıyordu. Arkadaşlarıyla birlikte o
kadar çok
gülüyorlardı ki karnı ağrımıştı. Güneş onlara gülümseyerek bakıyordu. Hem onları
hem de etraftaki
çiçekleri ısıtıyordu.
Birlikte yemek yemişlerdi, sonrasında ise
bir başka arkadaşı ile gezmeye çıkmıştı. Arkadaşının yüzünü
hatırlayamıyordu, sesini de veya görüntüsünü de. Tarih gibi hepsi çok bulanıktı. Birlikte kırlarda biraz
dolaştıktan sonra ise arkadaşı onu durdurmuştu. "Senden hoşlanıyorum, uzun
zamandır bunu sana
söylemek istiyordum," demişti bu çocuk. Çocuğun, kendisine ismiyle seslendiğini bile hatırlıyordu.
Kadın nazikçe gülümsemişti. “Biliyorum.”
O gün havadaki ışığı hâlâ hatırlıyordu. Güneşten yayılan sarı bir ışıktı, her şeyi yutacak kadar
güçlüydü. O anda zaman durmuş gibi olmuştu. Ne adamın ismini hatırlıyordu ne
tarihini ama o cümle
oradaydı. O gülümseme oradaydı. O yaz
oradaydı.
Ancak hafız yanıltıcıdır. Hafıza oyun oynamayı sever. Kadın, anılarının yarattığı güzel
havadan
kurtulduktan sonra kafasını yavaşça kaldırdı ve bembeyaz odada gözlerini gezdirdi. Ne zamandır bu
odada olduğunu bile bilmiyordu ve canını
sıkıyordu bu durum. Üstündeki kıyafet beyazdı, oda
beyazdı, her şey beyazdı. Beyaz en çirkin
renk değildi de neydi?Artık kapıları dinlemeyi öğrenmişti
ve hafızasına dalsa bile kapının dışından
gelen ayak seslerini işittiğinde anılarından
kaçabiliyordu.
Şimdi ise o ayak izlerini yeniden hissetmişti. Duymuştu.
Ayak sesleri her zamanki gibiydi, aynıydı.
Sert, kontrollü ve yavaş. Kapısının önünde
durdular. Kadın
kımıldamadı. Dışarıda iki kişi sessizce konuşuyordu, birisi kadın ve birisi de erkekti.
Doktoru ve
hemşiresi. Seslerini de tanıyordu artık ve
hafızasında boş yer kaplıyorlardı. Onları silip atsa aslında
hafızasından, o zaman eski anılarına çok
daha vakit kalırdı.
“Hanımefendi uyandı mı, kontrol ettiniz
mi?” diye sordu erkek sesi. Her zamanki şekilde sertti ancak
kısık sesle konuşmaya çalışıyordu.
“Etmedik ancak uyanmıştır. Her sabah erkenden kalkıyor, yerinden hiç kıpırdamadan oturuyor,” dedi
hemşire kız, şikâyet eder gibi. Kadın onları
dinlemek istemiyordu ama kulakları çok iyi
duyuyordu, bu
yüzden seçeneği yoktu. “Kimseyle konuşmamaya devam ediyor. Gerçeği unutmuş
sanki.”
“Histerik vaka. Gerçeği unutmuş değil, dışarıda bırakmış.”
Bu kez hemşirenin sesi endişeli gelmişti.
“Bu dozlarla devam edersek, kurduğu imgeler daha da
derinleşecek.”
Doktorun sesi sustu, hemşire de aynı şekilde. Kadın ise odada değildi artık, bu kez de
müzik
kutusunda şarkı dinlediği ve sevdiğini sandığı adamla dans ettiği bir anıdaydı. O şarkıya göre
adımlarını atıyorlardı, birlikte eğleniyorlardı. Adamın yüzü yoktu ya da şarkının sözleri. Ancak önemli
değildi.
İçeri girildiğinde, kadın hâlâ olmayan bir
yere bakıyordu.