Gözlerimi kırpıştırarak sana bakıyorum, adımlarım aramızdaki mesafeyi
ölçüyormuş gibi. Kaldırımın ucunda duruyorsun, ellerin ceplerinde, yüzünde
o tanıdık umursamazlık. Güneş tam kafanın üzerine düşüyor; saçların altın
gibi parlıyor.
Bir adım atıyorum, sonra bir adım daha. Gözlerimi senden ayırmadan
yürürsem belki bir gün bu mesafe kapanır. Belki gülümsemeni görebilirim
yeniden. Ama sen güneşin altında başka birini bekliyorsun…
Beni hiç beklemediğini, aramızdaki birkaç metrelik mesafenin hep orada
olduğunu biliyorum fakat ben hayal dünyamdan pek çıkamıyorum.
Gençliğimin ortasındayım ve belki de bu platonik hisleri bile seviyorum.
Tenimi yakan güneşin ikimizin üzerinde parıldaması, hissettiğim heyecan her
zaman bana yenilenmiş hissettiriyor.
Bakışlarımı bağcıklı
spor
ayakkabılarıma indirip
kendi kendime düşünüyorum. Yaz sıcağı
bunaltıcı olsa
da içimdeki tatlı hisleri
kuvvetlendiriyor. Ayağımın önündeki küçük
taşı
tekmelemeyi bırakırken bakışlarım yeniden olduğun kaldırıma
kayıyor.
Bir rüzgar esiyor, yanındaki kırmızı bisikletin
tekeri hafifçe dönüyor.
Yüzüne
bakıyorum; güneş ışığı
seni aydınlatıyor ama
bana sırtını dönüyorsun.
Tepemizdeki limon ağaçlarının kokusu, çevremizdeki diğer çocukların
neşeli
kahkahaları tüm bunlara rağmen yüzümdeki o
küçük tebessüme sebep
oluyor. Gençliğin ne anlama geldiğini biliyorum ve
bazen karşılıksız hislerin olabileceğini kabul ediyorum. Bu yaşadığım
dönemin, büyümenin bir parçası. Adımlarımı geldiğim yola çevirip seni
arkamda bıraktığımda, gülümsemem küçük bir kıkırdamaya dönüyor.
Kaldırımdaki çizgilere basmamak için gösterdiğim çaba zihnimdeki
düşünceleri bir kenarıya bırakmama sebep olurken, on yedi yaşımın tadını
çıkarmaya odaklanıyorum.