Bir beyazlıktı başladığımız,
adı bile konmamış bir sessizlikten doğduk.
Ne geçmiş vardı ardımızda,
ne unutuşun gölgesi —
sadece parlayan bir hiçlikti üzerimizde,
ve o hiçlik,
bizden başka her şeyin büyüdüğü bir topraktı.
O beyazlık,
kar gibi değildi aslında,
daha çok bir defterin ilk sayfasıydı—
henüz kırılmamış bir kalemin ucundaki ihtimal,
güneşe dönük bir yüz gibi
sürekli ısı isteyen bir zaman parçası.
Gençlik dedikleri,
bir gövdenin güneşi yanlış anlamasıdır belki
de.
Sıcaklığa susayan bir ruhun,
ışıkla yanmayı karıştırdığı
ve her seferinde yeniden doğmaya kalktığı
o tuhaf delilik hâli.
Bazen sabahlar kadar açık,
bazen akşamüstleri kadar uzak…
ama daima ellerimizi göğe açtıran
bir bilinçsizlikten doğar.
Güneş, o parlak suskunluk,
bizi hep biraz fazla sevdi.
Üzerimize düşündü de düşündü
hiç sormadan hazır mıyız yanmaya,
hiç bilmeden
beyazın ne kadar çabuk lekelendiğini.
Beyazdı hayallerimiz—
pamuk gibi, kuş gibi,
çocuk gibi kırılgandı. Ama gençlik işte,
lekelenmekten korkmaz.
O, kirin de anlam olduğunu sanır.
Bir akşamüstü yandı gözlerimiz.
Bir öğlen sıcağında büyüdü pişmanlıklarımız.
Gölgesizliğin ne demek olduğunu
yalnızca en dik ışığın altında öğrendik.
Ve meğer
güneşin tam altı
en karanlık yerimizmiş.
Gençliğimiz bile orada titredi.
Yine de güzeldi.
Çünkü beyazken inandık her renge.
Ve güneşe dokunamasak da
ona doğru yürümekten başka çaremiz olmadığını sandık.
Kendimize ilk kez “ben” dediğimizde
arkamızda kalan her şeyi yaktık—
bir sabah güneşe döndüğümüzde
annemizin sesi bir süreliğine sustu mesela,
odamızın duvarındaki poster sarardı.
Ama yürüdük.
Çünkü gençlik,
gidişin bir adıydı.
Güneşin doğduğu yöne doğru
beyazın bile cesaret edemediği bir göç… Şimdi bazen dönerken o yollara,
bir çocuk sesi duyar gibi oluruz içimizde—
henüz hiç kırılmamış bir cam sesi belki,
ya da defterin ilk yaprağına düşen o sızlayan cümle:
“Her şey böyle başlamıştı…”
Göz kamaştırıcı,
beyazdan bile parlak bir yalnızlıkta.
Ve biz hâlâ oradayız belki de
beyazla güneşin arasında,
gençliğin tam merkezinde—
bir rüyanın içinde
kendimize uyanmaya çalışan çocuklarız hâlâ.
Elimiz yanık,