Güneş, ışınlarını oldukça sert bir biçimde yolluyordu yeryüzüne birkaç gündür. Aslında öyle
ahım şahım bir sıcak sayılmazdı son zamanların sıcakları, sadece benim aram sıcakla iyi
değildi. Güzelim bahar havasının tadını tam çıkarıyoruz derken bastırıveren o mayıs
sıcakları... şu günlerin derdi de buydu. Yine de alışılmamış bir mayıs sıcağıydı bu. Gölgeden
çıkıp birkaç metre yürümeye bile cüret edilmiyordu, hemen ter basıyordu insanı, ta ki o güne
kadar. Bulutlar kahraman edasıyla güneşin önüne atılmış, insanlığı yanmaktan kurtarmaya
çalışıyordu. En az birkaç gün sürerdi bu durum. Hem günlerdir evde sıkıldığımdan hem de
gözlem yapma açısından attım kendimi dışarı. Fakat iyi mi ettim, kötü mü bilinmez. "Yağmur
sıcağı" dedikleri o boğucu, katil hava sokakları kolaçan ediyordu. Kırkikindi yağışları
gelmişti sonunda. Çoğu kişi limonata edasındaki havanın kesilmesinden, pikniklerinin
bozulmasından, akşamları ince hırkadan kalın kapüşonlulara geçmeleri gerektiğinden ve
melankolik havadan şikayetçiyken yağmur seven ve bahar alerjisine sahip ben için (yağan
yağmur polenlerin etkisini dindirecekti) bu bir lütuftu adeta. Mutluydum yağmurlardan.
Yağmur bereketti, candı. Bazen haberci, bazen hatırlatıcıydı. Yağmura çeşitli anlamlar
yüklenebiliyordu, ben de bunu seviyordum
Fotoğraf makinemin, defterimin ve kalemimin olduğu küçük bir çanta aldım yanıma.
Makinemle anları yakalayacak (başka ne yapacaktım), defterime de yakalamazsam kaçacak
düşüncelerimi hapsedecektim. Her şeyim hazırdı sanırım. Bilerek ince giyinmiştim ki nemli
hava bunaltmasın, şemsiyemi almıştım ki ıslanmayayım. Evet, hazırdım.
Sokaktan aşağı yürümeye başladım. Bir market gördüm, girdim, alacağımı aldım. Kasada sıra
beklerken camdan insanları izliyordum. Hala yağmur başlamamış, insanlar usul usul
gidecekleri yerlere gidiyorlardı. Doğa oyuna başlayacaktı yakında, o zamana kadar herkesin
huzuru yerli yerindeydi. Fakat alttan alta telaş ve ıslanma korkusu kendini göstermeye
başlamıştı. Benim acelem yoktu ve hazırlıklıydım, yağmur anca beni mutlu ederdi.
Sahil gözükmüştü artık. İnsanlar her adımımda git gide daha da seyrekleşiyorlardı, gözden
kayboluyorlardı. Arabalar da yoktu ortalıkta. Bulutlar ve ben baş başaydık. Hava çiseliyordu.
Toprak kokuyordu. Deniz dalgalıydı. Flaş. Kendimi çektim. Kameraya bakmamışım ama
önemsiz. Ben göreceğim sadece bu fotoğrafı, başkası değil. Yürüdüm, yürüdüm. Hava yağdı,
yağdı. Biraz saçım dağılmış, ama yine de kimin umurunda. Tekim, özgürüm, güvendeyim.
Flaş. Denizi çektim. Yapayalnız, ayrıca karanlık ve hırçın. Yağmur yokken tekti, üzgün ve
sessizdi, yağmurla buluştuğunda araları iyiydi ve sakindi; birlikte oldukları zaman arttıkça sinirlendi, iyice fevrileşti. Yalnızlık onu üzüyor ama biriyle olmak da onu tedirgin ediyor. Ne
yaptığının farkında mı? En azından içinde yaşasa, bu kadar dışarı yansıtmasa... hem onun hem
başkaları için daha iyi olmaz mı?
Denizin üstüne kalın bir sis tabakası çökmüş, karşı kıyılar iyice yok olmuştu. Gök gürlüyor,
şimşekler çakıyor, göyüzü manik atak geçiriyordu adeta. Yağmur denize alınmamış, sınırları
zorlamaya devam ediyordu. Hava olayları el ele vermiş, güçlerini birleştirmişlerdi. Sahilden
sıkılınca ağaçlık alana girdim, e tabii biraz da korkmuştum. Fakat ağaçlar yağmuru az da olsa
engellediğinden daha rahattı burası. Flaş. Ağaçları çekmeye çalıştım ama başarısız.
Şemsiyenin altında çekemedim. Burada da sıkıldım. ‘’Çıkmasa mıydım acaba?’’ derken
ağaçların arasında bir kameriye gördüm. Orayı benimsedim, koştum hemen. Elim yorulmuştu
artık şemsiye tutmaktan, rahatladım oraya ulaşınca. Fakat iç taraf ıslaktı. Sert esen rüzgâr
kuru bir santim bile bırakmamaya yemin etmişti adeta. Yine de girdim, içeriden izledim tüm
bu kaosu. Kaostu ama birliktelik vardı. Kaostu ama yanlış bir şey yoktu. Hepsi birbirine
yardım ediyor, yaralasalar bile iyileştiriyorlardı birbirlerini. Ne güzeldi. Zaman geçsin diye zar zor yazı yazdım deftere. Havada tutarak yazmak zorladı ama başardım.
Sayfalar doldu, içim boşaldı, hava sakinleşti. Bir süre sonra da yağmur durdu. Bulutlar
dağıldı. Güneş açtı. Etkisiz bir güneşti bu. Görünürde vardı sadece. Kurutmayacaktı hızlıca,
ama artık daha da ıslanmayacaktı yerler, zamanı vardı. Aceleye gerek yoktu. Ne güzeldi güneş
şu anda. Hep böyle olsa bir problemim kalmazdı kendisiyle. Hatta biraz daha ısıtabilirdi bile,
göz yumardım. Flaş, flaş. Önce dağılan bulutlar, sonra dalların arasından süzülen güneş
ışınları...
Tekrar deniz kıyısına döndüm. Hala sakinleşmemişti. Dalgalar hala sert çarpıyordu kıyıya.
Belki de yağmura o kadar kızmıştı ki sinirinden gittiğini bile fark etmemişti. Eninde sonunda
fark edecek, üzülecek, yas tutacaktı yine. Kanunu buydu. Flaş. Yosunlar. Bir sürü yosun vardı
kıyıda. Ne yollardan gelmişlerdi kim bilir istemeye istemeye. Hırçın deniz herkesi üzüyordu.
Balıkları, denizcileri, yosunları, kıyıdakileri, kendini...
Dağılan sisi, karşı kıyıları, yavaşlayan dalgaları izlerken arkada sesler de arttı. Önce kuşlar
başladı şamataya, güzel bir şamataydı bu. Hepsi birbirine sesleniyor, kur yapıyordu. Flaş.
Karatavuk. Ne kadar güzeldi bu kara kuru, alımsız kuşun sesi. Flaş. Kumru ama yanarlı
dönerli. Flaş. Otun üzerindeki yağmur taneleri. Sonra insanlar gelmeye başladı. Birkaç çocuk
geçti yanımdan. Yüzleri asık bir şekilde muhabbet ediyorlardı. Sınav konuşuyorlardı bu güzel
günde. Biri fen bilimlerinden şunu almış da diğeri sosyal bilgilerden bunu almış. Okuldan
çıkmışlardı, formalardan anladım. Saat o kadar da ilerlememişti demek ki. Ilerlese de olurdu,
acelem ya da işim yoktu. Yetişme çabası içerisinde değildim. ‘’Sonsuza kadar denizi
izleyebilirim.’’ deseydim şaka olurdu ama. Sıkılırdım o kadar uzun süre aynı şeyi yapsam. Bu
kadarı kafiydi. Dönmeye başladım. Flaş. Yanlışlıkla çektim, puslu ve çamurlu kaldırım.