Gece inmişti,
Ama karanlık değildi asıl gelen—
Zamanın kendisiydi,
Kendine susmuş, bekleyen...

Bir yıldız kaydı göğsümde,
Tutmak istedim, ama elim
Sadece boşluğu okşadı.
Anladım:
Bazı ışıklar sadece gider,
Ardından hiçbir şey bırakmadan.

Ölüm,
Bir kapı değildir belki,
Bir duvar da değil.
O, varlığın tam orta yerinde
Bir perde gibi iner gözlerin önüne—
Şeffaf ama ağır,
Soğuk ama tanıdık…

Her şeyin bir sesi vardır bu hayatta,
Bir doğum çığlığı,
Bir aşk fısıltısı,
Bir terk edişin suskunluğu…
Ama ölüm,
Sessizlikten yapılmış bir müzik gibidir—
İçine işleyen,
Ruhu kanatan...

Toprakla konuşmayı öğrenir insan,
Kimi zaman bir mezarın başında,
Kimi zaman kendi kalbinin kıyısında.
Çünkü ölüm sadece gidenin değil,
Kalanın da hikâyesidir.
Giden biter,
Ama kalan eksilir.

Ne zaman ki
Bir annenin elleri boş kalır,
Bir çocuğun bakışı gökyüzüne takılır
Ve ağlamaz artık—
İşte o zaman ölüm,
Yalnızca bir son değil,
Bir başlangıç olur…
Bir boşluk değil,
Yeni bir anlam.

"Ben buradayım," der ölüm,
"Sadece siz başka tarafa bakıyorsunuz."
Ve biz,
Hayatın gürültüsüne dalmış insanlar,
Onu duymamak için
Daha da yüksek sesle yaşarız.
Ama geceler bilir,
Ay bilir,
Yastığa düşen gözyaşı bilir:
Ölüm susmaz—sadece bekler.

Ey okuyucu,
Bu şiiri nerede bitirirsen
Orası mezarı olur kelimelerin.
Ama unutma:
Her mezar,
Bir zamanlar yaşamış bir hayalin
Taşa kazınmış hatırasıdır.
Ve her ölüm,
Bir başka yerde
Yeni bir hayatın sessiz yankısıdır.